15 Kasım 2010 Pazartesi

Son Zamanlar

Son zamanlarda facebook'ta home sayfasında habire kendimi görüyorum.

Son zamanlarda İstanbul'lu olmanın ezikliğini yaşıyorum. Neden mi? Bayramda herkes memleketine gidiyor da ondan. Biri vardı örneğin yeni tanıştığım, bu hafta burada olsa onunla daha yakın olmak için buluşurdum mesaj atardım filan ama gitti, yok. Sevgilim de İstanbul'da olsa her gün görüşürdük. Bunun gibi bir sürü örnek.

Son zamanlarda marjinalim. O İstanbul'da olsa kaynaşmak için uğraşıp didineceğim insanın fotograf çektiğini öğrendim ve ilgi çekici bir insana dönüşme çabalarım bu nedenle hızlandı. Ama hep vardı aklımda yani. Bu tetikleyici oldu sadece, bildin.

Son zamanlarda tırnaklarımı o kadar kısa kesiyorum ki yara oldu. Tırnak makasım kayıptı kesememiştim bi ara, acısını çıkartıyorum. Acısını yani. Acı. Tam anlamıyla.

Son zamanlarda kitap yazma hevesim var. Olmayacak gibi. Heves işte.

Son zamanlarda derslerim oldukça iyi gidiyor hobaleey

Son zamanlarda yeni arkadaşlar edindim.

Son zamanlarda şarkı söylüyorum! BÜMK Caz Korosu'na girdim! Ve yeni arkadaşlar da oradan işte. Son zamanlarda bulunduğum ortamlarda yaşıtlarım hatta benden küçükler olmaya başlamıştı, neyse ki toparladım ve seviyeyi yükselttim. Yanlış anlaşılmasın, yaş konusu önemli değil de, erm, vizyon önemli. Nasıl desem, küçükken hep ailemin arkadaşlarıyla filan takılırdım. Çok büyük ihtimalle buna bağlı olarak geniş bir bakış açısına sahibim. E kolay beğenmiyorum haliyle, arada kaldım yani.

Son zamanlarda mutluyum anlayacağınız. Blog yazmaya da vaktim olmadı.

He bir de bugün saçımı kestirdim:

19 Ağustos 2010 Perşembe

Bir sürü fotograf koyup fazla açıklama yapmadım ama iyi bir nedenim var

Sörf Kampı


Otelde bu. Süzer.

Bu sarışın kızın adı Sevinç. Çok tatlı biri. Yalnız telefonunda şirin kedi resimleri var.

Sörf yaptığımız yer burası, Orsa sörf okulu.

Bütün grup burada.

Finlandiya

Pori Jazz Festivali'nde Lokkilava sahnesinde ufak bir performansımız oldu ayıptır söylemesi. Palmgren konservaruatındaki atölye çalışmalarına da katıldık. Güzel bir deneyimdi, atlamayayım dedim blogda. Kahverengi elbiseli siyah taytlı benim.

Konservatuardaki dersler dışında yaptıklarımızın özeti :)



Zamanın ötesinden:

All That Jazz

Fena bir caz dinleyicisi sayılmazdım. İlk defa aktif olarak yurtdışındaki bir caz festivaline katılacak olmak da benim için oldukça heyecan verici bir olaydı. Nasıl olacağını fazla sorgulamadan, Nardis ve Galata Derneği’ne güvenip gittik. 2 gitar, 3 perküsyon, bir de ben piyano.

Uçakla Helsinki’ye doğru başlayan yolculuğumuz, Helsinki’den Pori’ye otobüsle devam etti. Yol boyunca müzikten, havadan, sudan, güneşten (yılın bu zamanı kuzey yarımkürede olan bitenle ilgili coğrafya bilgilerimizi yoklayarak) sohbet ettik. Güzel bir ekip olduğumuz daha ilk saatlerden ortaya çıkmış oldu. Nihayet Pori’ye varıp yaka kartlarımızı aldıktan sonra büyükler otele, biz çocuklar da bizim için ayrılan eve attık kendimizi. Söylemeden edemeyeceğim, bu “çocuk” lafı başlarda biraz garip geldiyse de hemen alıştık, kaldığımız evin avlusundaki trambolinin sadece çocuklar için olduğunu söyleyip inmemizi istediklerinde çok bozulduk hatta!

Kaldığımız ev harikaydı. Markete gidip istediğimiz yemekleri de aldıktan sonra herkesin keyfine uygun bir düzen kurulmuş oldu. Benim kaldığım odada sauna vardı, gitmeden önceki araştırmalarımızda saunanın Finlandiya’daki hemen her evde bulunduğunu öğrenmiştik. Çalıştırmayı beceremedik ama olsun. Odalardaki mobilyalar son derece kullanışlı ve şıktı. Rahat ettim ben de, estetik önemlidir.

Evin konumu içinden daha güzeldi. Jazz Street üzerindeydi ve sanıyorum ki otelde kalanlara göre daha rahat hallettik ulaşımı. Sürekli müzik, insan ve kuş sesleri de cabası. Beyoğlu’nda yaşayan biri olarak gürültüyü seviyorum! Ulaşım demişken, nereye gitmek istesek üzerinde VIP yazan aracımız gelip bizi alıyor, sabahları da hiç söylenmeden hazırlanıp yetişmeye çalışmamızı bekliyordu. Sabırlı şoförlerimize buradan teşekkürlerimi sunarım.

Cumartesi günü Kids Festival’in yapıldığı Lokki Lava’daki etkinlikleri izledik. Pazar günü konservatuarda bir toplantı düzenlenecek, pazartesi günü de dersler başlayacaktı. Toplantının sonunda katılacağımız atölyeler belirlenirken ‘Ayşe vokal atölyesine yazdıralım seni’ dediler, tamam dedim. (O an bunun Sanni Orasmaa’nın atölyesi olduğunu biliyor olsaydım çok daha farklı bir tepki vereceğime eminim.) Toplantı bitti döndük evimize, öğlen uykusuna yattık, uyandık, yemek yedik, dışarı çıktık, yemek yedik, Jazz Street’te dolandık, yedik, uyuduk…

Nihayet pazartesi sabahı geldi, erkenden kalktık, VIP aracımız bizi konservatuara götürdü. Heyecanlıydım biraz. Sabah 10’da Sanni’den rica ettim, küçük çocukların atölyesini izledim. Bittikten sonra sınıfta oturmuş 12’de kendi dersimin başlamasını beklerken birden Sanni gelip kapıda yazan saatin yanlış olduğunu, dersimin 1’de başladığını söyledi. Diğer arkadaşlar yemek yiyorlardı, zor bela onları bulup yemeğimi apar topar yedikten sonra kendi dersime ufak bir rötarla yetiştim. Koşuşturmaca sırasında ilk ders için heyecanlanmayı unutmuşum. İyi de oldu, 2 saat içinde bu kadar ilerleme kaydedeceğimi hiç düşünmemiştim. Daha önce şan eğitimi almamama rağmen Sanni profesyonel olarak şarkı söylemeyi düşünüp düşünmediğimi sorduğunda ne yalan söyleyeyim şaşırmadım, ama marifet bende değil ondaydı. İşim gereği (mesleğim sorulduğunda öğrenci demek hoşuma gidiyor) pek çok eğitimci tanıyorum ama öğrencileriyle bu kadar kolay iletişim kuran birini görmedim. Mikrofonu elime aldığımda bana bazı insanların mikrofonu tanımadan sahneye çıkıp şarkı söylemek zorunda kaldıkları için mikrofondan korktuklarını ama bu korkuların kolayca yenilebileceğini söyledi. Benden bahsettiğini anlamam 5 dakikamı aldı.

Çarşamba günü sahneye çıktığımızda ise mikrofonun karşısında oldukça rahattım. Sahne beni hiçbir zaman korkutmamıştı ama şimdi düşününce o güne kadar mikrofonu her elime aldığımda sesimin titrediğini fark ediyorum. Konser çok keyifliydi. Fotoğraf makinemi ararken Mark’ın solosunu kaçırmışım. Olsun. Konserden sonra beraber göle girdik. Sonra eve gelip komşuların kötü bakışlarını görmezden gelerek trambolinde zıpladık hep beraber. Güzel bir gündü yani. Geri döneceğimiz için hüzünlendik.

Ertesi gün yolda geçti. İstanbul’a döndük bir de baktık ki biri saunayı bizim için çalıştırmış. Bu yazıyı yazarken Pori’nin havasını ve arkadaşlarımla birlikte geçirdiğimiz keyifli zamanı özlüyorum.

2 Temmuz 2010 Cuma

LEGO


İşte kültür sanat eki tadındaki benliğimden bir haber daha:

group1119852@hotmail.com

ctrl + v kombinasyonuyla buna ulaşmam komik bir hata, bu nedenle silmiyorum ama paylaşmak istediğim bu değildi.

http://legofilm.wordpress.com/

İşte buydu. Erim Birol, Alman Lisesinden geçtiğimiz haftalarda mezun oldu. Dünyada bulunduğu yıllar içerisinde kazandığı estetik birikimin büyüklüğü sizi korkutmasın, daha önce önerdiklerime benzer "sanat" filmleri değil bunlar, bir lokmada yutuluyor. İnsan yapım aşamasını düşününce biraz sıkıntı basmıyor değil. Ama değer. Fazla söze ne hacet, inceleyin blogumsu yapıyı, linklere tıklayıverin, izleyin, gülün, düşünün, hayran kalın.

Erim'le caz festivali vesilesiylen tanıştık. Apropos caz, Açılış Konseri harikaydı. İmer Demirer'i ilk kez canlı izleme fırsatını yakaladım. Yorum yapma ihtiyacı duymuyor, dahası ne haddime diyorum.

Sırada Stanley Clarke ve Hiromi var. Sonra da Fahir Atakoğlu, El Negro veee Alain Caron.

Tabi Tünel Şenliğini de unutmamak lazım, nerde beleş oraya yerleş. Şakaa(hihi). Biz para veriyoruz ki müzisyenler para kazansın, daha iyi müzik yapma şansını yakalasın. Haydi herkes Lale Kart alsın! Mesela benim Nardis'e bedava girme şansım varken 6 Haziran'da Sibel Köse'yi, 9 Haziran'da Yahya Dai Quartet'i gayet de 15er lira vererek izleyeceğim.

Bu seferki yazım hazır konu bütünlüğünden uzakken bir de Nardis ve Galata Derneğinin ortak projesi olan İstanbul-Pori Music Networking'in internet sitesini paylaşayım:

http://www.istanbulpori.com/

Valideyle Peder II. Mehmet operasını izliyorlar.

Söylemek istediklerim bu kadardı.

İyi geceler.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Courier

O kadar
yorgunum ki
blog yazmak istiyorum
ama
yazamıyorum
.

Trebuchet

verdiğin büyükbir kararın pişmanlığını yaşadın mı hiç?

çok. artık öğrendim ki bir karar verdikten sonra geri dönüp ne kaçırdığını kestirmeye çalışmaktansa başka seçeneğin olmadığını düşünüp yoluna devam etmek en iyisi.

go ask.

23 Haziran 2010 Çarşamba

I'm a love fool!

Hepimizin başı sağolsun.
Bugün İlhan Selçuk'un cenaze töreninde hüngür hüngür ağladım. Emre Kongar dolu gözleriyle daha konuşmaya başlamadan herkesi ağlattı. Konuşmasında İlhan Selçuk'tan "tek başına bir sevgi ordusu" olarak bahsetti, gerçekten etkilendim bu betimlemeden. Hep sevmenin bütün sorunların çözümü olduğunu söylerdim, kimsenin beni anlamadığını düşünürdüm, meğerse kabul gören bir değermiş de ben farketmemişim.

23 Haziran'a ait başka havadisler de şunlar:
  • Galata Life açıldı, beklerler, bekleriz.
  • Saçıma kına yapıyorum.
  • Ve Jamiroquai dinliyorum anlayacağınız üzere (@yalimmo: (pronounced /dʒəˈmirəˌkwaj/) göt mü oldum? hihi).
  • Apropos yalimmo, sanırım yaz mevsiminden dolayı hormonlarım azdı filan. Aşık oldum yahu. Tam leylayım yani bu aralar, bi ağlıyorum bi gülüyorum, aklım hep onda. 9 aydır başka bi yerde değildi zaten ama ne bileyim bu aralar daha bi özlüyorum. 2 gündür de görüşmedik üstelik. Neyse yarın 9buçukta bitiyormuş okulu, çıkışına gideriz.
Neyse efendim bu yazı bitsin artık.

22 Haziran 2010 Salı

Yaz Tatili'nin 4. Günü - Vaziyet Özeti

Almanya'ya gittik geldik.
Gezimizle ilgili ayrıntılı bilgiyi http://notallpeopleinneverlandceasetoage.blogspot.com paylaştı siberalemde, isteyen göz atabilir.
Wendy ile Bregenz'de bir panayırda ölümcül bir alete binmeden önce biletlerimizle poz verirken:
Astronotu burnunun yanındaki kocaman benden ayırt edebilirsiniz.



Sizlerle sevgili Wendy ile msn messenger üzerinden yaptığım kültür sanat eki tadındaki sohbetimi paylaşmak istiyorum.

Vocal Zone says:
*annem de dün zuhal focanın radyo programına çıktı
*galata derneği filan olarak
*neyse sonra işte sibel k. bana cep numarasını verdi

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*bayaa iyi

Vocal Zone says:
*cumartesi gel bi bak eylülde yeni sınıfa katılırsın dedi
*ben de heycanlandım
*sonuçta şu anda hani kulağım iyi ama şan dersi filan almadığım için öyle pek de iyi şarkı söyleyemiyorum
*bu cumartesiye 2-3 parça ezberliycem nolur nolmaz
*ama güzel yani mutluyum
*bu olaylar olmasa
*güre kızabilirdim
*işim olmadığı için
*ve anneme söyledim ezgiyle paten kayıcaz bu yaz mutlaka öğrenicem dedim
*o da dedi ki
*ezgi de olmasa ne fransızca öğrencen ne paten kaymayı
*: ))))

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*oooh mis. bugün napıyorsun

-------

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*of dünyanın en acayip rüyasını gördüm
*cidden çok acayipti

Vocal Zone says:
*n gördün la

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*bir ara enine boyuna anlatırım
*şey bugün napıyorsun lan

Vocal Zone says:
*evdeyim bugün işte şu 3 şarkıyı ezberliycem bi de yeni aldığım piyano kitabına takılıcam
*zaten dün 3te uyudum sabah 7de kalktım
*aç biilaç pasaport tarihini uzatmak için
*beyoğlu emniyet müdürlüğünde sıraya girdim
*10 gibi verebildim pasaportu
*annemle sarayda sucuklu yumurta ve su böreği yedik
*eve geldim
*time out okudum biraz neler oluyormuş bu ay kültür sanat alanında bakmak için
*4 saatlik uyku ve yağ böreğinin verdiği mide bulantısıyla
*ella fitzgerald'dan caravan, melody gardot'dan goodnite ve julie london'dan cry me a river ezberlemeye karar verdim
*bütün ayrılma durum eklerinin dan olması

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*güzelmiş mis
*ben de 12de kalktım
*şey

Vocal Zone says:
*senin bloguna baktım bir de:)

-------

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*Benle Yann Tiersen'e gelmeye ne dersin mesela?
*: )))

Vocal Zone says:
*ne zamandı o yahu?

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*11 temmuz

Vocal Zone says:
*biletler?

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*Almadım daha
*alırız.

Vocal Zone says:
*haber et la alacağında

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*Bu arada hem Yann Tiersen'e hem de Masif Atağa gidiyorum.

Vocal Zone says:
*gidelim beraber tiersene
*masife gelmiyecem ben

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*Şöyle yaparız. Önümüzdeki hafta içinde bu tarafa gelirsin paten kayarız sonra da caddebostana gideriz biletleri de alırız.

Vocal Zone says:
*tamamdır harika
*yan tiersen nerde
*konseri nerde
*biletixden almayalım konser mekanının orda gişe varsa ordan alalım 8 tl karda oluruz

-------

Vocal Zone says:
*internet gidip geldi

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*ah anladım
*mis gibi yunirak var
*sonra scorpions ve ozzy

Vocal Zone says:
*evet scorpions
*güzel olacak la çakmak filan sallarız
*biraz çalıştırırsın beni
*bilmediğim şarkı kalmasın

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*asıl abi ayaktaki bir yann tiersen konserinde ne yapılır?

Vocal Zone says:
*hehehe
*vals yaparız
*ben öğretirim sana

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*tamamdır; ))

Vocal Zone says:
*dur şimdi yazma yada yaz ama görmüycem çünkü konuşmanın bazı bölümlerini keserek blog yazısı yapıyorum

Castin Biberin Kalkmayan Biberi says:
*peki ayaktaki bir massive attack konserinde kafa olmadan ne yapılır?
*hangi konuşma

Vocal Zone says:
*bu msn konuşması tatlım



Repertuarıma Fallin' ve Caravan'ı katmış bulunmaktayım, siftahı kaliteli yaptık. Bundan önce baştan sonra ezbere bildiğim tek şarkı Comfortably Numb'dı, Tünel zamanı diğer parçaların her kıtasının ilk satırını elime koluma bacağıma yazardım, mümkün değil sözleri ezberleyemiyorum. CVmi yollayalı ay oldu IKSVden yanıt yok. Hayır para istemiyorum ki gönüllü her şeyi yapmaya razıyım ayol.

Kuzenim aradı şimdi. Nedense baya sevindim, yaşlanıyorum sanırım. O değil de bir sonraki doğumgünü hediyemin buz mavisi Vespa olduğunu ağzından kaçırdı babam. Ben de yeni cep telefonu ve gözlük istemekten vazgeçtim. Kontakt lensler ve retro tarz takoz telefonların nesi eksik ki zaten?


26 Mayıs 2010 Çarşamba

Bahar mı?


















Biri bahar mı dedi? Yaz geldi bile.
Formspring'in ise baharla alakası yok.
İnsanların birbirlerinin yüzlerine söyleyemedikleri nefret dolu soru formunda olsun olmasın düşüncelerini yazdıkları yer. Nefret ettim. "Patlak" sıfatından ayrı nefret ettim. Hepinizi seviyordum ben, sizlerin de beni sevdiğinizi sanıyordum. Öyle değilmiş meğer. Ne çok insan çekemiyormuş ayol beni. Günlerdir çıkmıyor aklımdan, ateşim filan çıktı öyle böyle değil. Neden öfkeniz içinizde büyümeden gelip yüzüme söylemediniz ki? Üstelik şimdi yazdınız siberalemde, rahatladınız, gelip yine yüzüme gülmeye devam ediyorsunuz, her yaptığım hala batıyor, bir gün dayanamayacak yine isimsiz mektuplar bırakacaksınız herhangi bir yoldan. Çok kırıldım. Sizde beni rahatsız eden hiçbir şey yok oysa ki. Tamam ufak tefek komiklikleriniz var, ama sizi siz yapanlar bunlar. Tam benim kafadan olsaydınız çekemezdim asıl sizi, kendi kopyalarıma ihtiyacım yok ki! Farklılıklarla zenginleşir dünya.
İnsanlar çevrelerine böyle nefretle yaklaşmaya devam ederse tembelhayvanlarla arkadaşlık kurmaya çalışacağım sanırım. Onlar benim felsefeme çok uyuyorlar. O kadar tembeller ki birbirleriyle en ufak bir rekabetleri yok. Ağacın tepesine ulaşacak kadar enerjisi ve motivasyonu olan kişi dişiyle çiftleşmeye hak kazanıyor, tabi çiftleşecek hali kalırsa : ) Ne güzel. Bunu düşünmek biraz olsun üzüntümü hafifletti. Hepinizden nefret ediyorum. Hiçbirinize güvenmiyorum.
Sen hariç sevgilim. Sen de bana güvenmiyorsun.

Zamanın ötesinden: Ha bir de şunu ekleyeyim. Herkesin formspring hesabı aldığı şu son haftalarda almadım ben kendi hesabımı. Ocak sonuydu, sadece Yalım, Ezgi ve Didem'in vardı arkadaşlarım arasında. Hani özenip almış sonra da beğenmemiş demeyin. Tamamen mağdurum.

11 Mayıs 2010 Salı

ÖFKEYLE ÇIKMIŞ BİRKAÇ SAÇMALAMA


Ooo papatya!
Son bir defa bana bak.

"...Ben senin niye güncelden kaçtığını biliyorum. Çünkü sonunda dönüp dolaşıp sana bağlanacak... Bir yaprak kıpırdasa haberleri olur. Seni de izliyorlar..."

Gökyüzüne bakıyorum. İzlemiyorlar. İzleyemezler. İnsanın aklı almıyor.
Kafamın içinden geçenleri
asla
bilemezler.
Bilim.
İlim.
İnanç.
Neye inanıyoruz?
Çağrışıma dayalı bu metinde, inanılacak bir şey bulabilir misiniz Allah aşkına?
Güvenebilir misiniz bana?
Tanrının var olmadığını bildiğimi söylersem
inanabilir misiniz?
Sınıfta kalmaktan, işsiz kalmaktan, saygı görmemekten korkan sizler
"ya varsa" korkularınızdan sıyrılıp
inanmaktan vazgeçip
bilebilir misiniz?
Sizden güçlü bir iradenin varlığını
nasıl özümsersiniz?
Bulutların Üzerinde Oturan Bir Adam,
Toprak Ana,
Hayat Veren Su,
Aşk,
Büyük Patlama,
hangisi sizin tanrınız?
Ya da belki de şöyle sormalı
kafa yorar mısınız?
Anlamamak
sinirinizi bozar mı?
Bilmek, kavramak, anlamak
mutlu etmez mi sizi?
Hayatınıza anlam bulsam
mutlu olmaz mısınız?

anlamak sevgilim
o bir müthiş bahtiyarlık
anlamak
gideni ve gelmekte olanı
Yoo, ben sizi bilirim. Tuvalette kitap okursunuz, başkalarının okuduğunu duyunca gülersiniz. Küçükken siz de burnunuzu karıştırıyordunuz. Alay ettiğiniz kişileri zaman zaman kıskanıyor, tarzınızı sık sık değiştiriyorsunuz. Seksle orgazm olan kadınlar yok aranızda. Çok paranız olsa salaş tarzınıla hava atmazdınız. Görürdüm o zaman sosyal demokratları, komünistleri. Ezebildiğinizi ezersiniz, ezemediğiniz sizi ezer, arada iyilik yaparsınız ama çok azı gizlice yapılır bu iyiliklerin. Tatmin olmuyorsunuz asla, ve mutsuzsunuz etrafınızdakileri de tatmin edememekten. Trip atıyorsunuz hepiniz sık sık. İğrençsiniz. Duygusalsınız. Neşe saçmanın güzel olduğunu biliyorsunuz ama zaman zaman tamamen kendi iradenizle insanları mutsuz ediyorsunuz. Unutmak istediklerinizi unutuyorsunuz. En yakınınızdakileri kıskanıyorsunuz. Biliyorum rezilsiniz. Ama olsun, rezilliklerinizi saklamaya devam edin ve gizlice kapatmaya çalışın eksiklerinizi. Bu olsun hayatınızın anlamı. Mükemmel bir insan olduğunuzda, mutluluk seviyenizi 10/10 olarak tabir ettiğinizde ışık filan görmüyorsanız gelin bana yeni bir hedef belirleyelim.

GÜNÜN SORUSU: ANNELER NEDEN SİNİR BOZAR? Ey anneler, arkadaşlarımıza rezil olmayı göze alıp sizinle alışverişe çıkıyoruz filan. Yine de bize güvenmiyorsunuz, anlamaya çalışmıyorsunuz. Gereksiz yerlerde de millete karşı bizi savunuyorsunuz. Dünyadaki güvensizlik ve kandırmaca ortamından anneleri sorumlu tutuyorum.
AMA yine de seviyoruz sizi, şirin oluyorsunuz böyle karınca gibi atareksik modlarda ordan oraya uçarken. Atom karıncam benim.

9 Mayıs 2010 Pazar

Idioteque

Bilin bakalım ne dinliyorum? Radiohead -Idioteque.

Babane Ayşe, Anane Ayşe, Dedeler Metin ve Nuri, Teyze Yüksel, Enişte Melih, Kuzenler Zeynep ve Badel bizdelerdi efenim, Badel dışındakiler gitti. Badel'le günlüğümü okumaya başladık. Sinir oldum bütün platonik aşklarımı öğrendi.

This is really happening.

Çok güzel şarkı lan. O değil de Badel bugün bizde kalıyor. Onu da geçtim, 30 Ağustos 2008'de Yalım'ın akıllı biri olduğunu yazmışım. Vay anasını.

Neyse, Behlül kaçar!

KCal (Kilo Calavarı)

Şimdi şöyle: Sabah spora gidiyorum diye çıktım ya, harbiden de gittim spora. Ama biraz geç kaldım çünkü Güprek aradı, çeşitli nedenlerden morali bozulmuş oldukça, onu teselli etmeye çalıştım. Neyse telefonu kapatınca çıktım evden gittim spor salonuna. Önce 15 dakika yürüdüm. 110 Kcal yaktım hehe. Sonra biraz mekikti şınavdı mat üstünde (hayır, çok istesem de "un eler" diye devam ettirmeyeceğim) bir takım hareketler yaptım. Bu süreçte ne kadar Kcal yaktığımı bilmiyorum. Sonrasında bisiklet yapacaktım ama afedersiniz yemedi (öhöm), ben de haydi biraz daha yürüyeyim bari dedim. 10 dakika yürüyüşle 80 Kcal yaktım. Sonra duş aldım ve terk-i mekan ettim.

Ondan sonra işte şey, tramvaya binip Ataköy'de piyano dersime gittim. Efendim dersim iyi geçti merak etmeseniz de, tekrar tramvaya bindim eve döndüm. Tramvayda uyudum (ayrıntılı rapor ho-ho-ho). Eve geldiğimde çok fazla kek yedim, tahminimce 2200 Kcal depoladım. Oooh canıma da değsin.

Bu gidişle bütün yaz göbeğimi saklamaya çalışarak geçecek. Bu yazıyı neden yazdım bilmiyorum. Kütle konusunda biraz takıntılıyım bu aralar. Kek yerken çektiğim görüntüleri ekliyorum.

Aslında kendimi tutabilirdim. 2 farklı kekten kocaman 2şer dilim yedim. Pişmanım.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Başlık


Merhabalar.

Anneler gününüz kutlu olsun efenim.

Sadece annelerin değil, birine karşı karşılıksız bir sevgi duyan herkesin günü olsun bugün. Mesela ben sevgilimi çok seviyorum. Kafasını göğsüme yaslayıp uyuklamasını seviyorum. Saçlarıyla oynamayı seviyorum. Üşümüş mü acıkmış mı ilgilenmeyi seviyorum. O zaman benim de anneler günüm kutlu olsun.

Dün gece msn'i açık bırakmıştım, Ezgi bana Amelie filmini yolluyordu. Sabah bi baktım failed diyor. Ayrıca bir sürü insan bir şeyler yazmış.


  • Genco wow yüklemekteydi, sen de oynasana güzel bi oyun demiş.

  • Sınıf arkadaşım Can beni msnde ilk defa gördüğünü söyleyip n'ördüğümü sormuş.

  • Didoş 118 80 reklamını gördüğünü yazmış ve eklemiş: "dediğin kadar varmış kanak ehu ehu".

  • Ve Ezgi de bir önceki yazıda bahsettiğim hatunun kendi keşfedip hayran olduğu kız olup olmadığını sormuş ve eğer oysa s*kertirim, o benim kızım, demiş.

Tamam, şimdi yalandan kahvaltı hazırladım. Amerikan servislerini yerleştirip tabak çatal bıçakları koydum. Öyle yani.


Alzheimer da ne sinir bozucu bir şey. Öyle bir hastalık yokmuş biliyor musunuz? Yani yıllardır yaşlanma ve psikolojik bozukluklar nedeniyle bunayan insanlar bugün yine aynı nedenlerle alzheimer oluyor. Bunun bir tedavisi filan yok, ne bileyim, uzun yıllar kullandığınız iPod'un şarjı gittikçe daha hızlı biter ve sonunda ölür. Bunun gibi bir şey. Ömrünün sonuna gelen insanların refleksleri yavaşlıyor, buna bağlı olarak kas hareketlerinin yanı sıra elektrik iletimi de yavaşlıyor/duruyor ve beyin fonksiyonları aksıyor. "Alzheimer olan insanların ortalama 8 yıllık ömrü varmış" cümlesi de çok saçma. Neden alzheimer olduğuna bağlı olarak değişir. 120 yaşında alzheimer olduysan 1-2 haftan kaldı demektir. 40 yaşında olduysan büyük bir sorun olur, ciddi bir bozuklukla karşı karşıyasındır ve tedavi edilemezse 15 yıl biçerim. Ama mesela ne bileyim dedem 75 yaşında, alzheimer olmuş, bence bi 10 yıl yaşar.


Sağlıkla ilgili sorularınızı Astronot'a Sorun.


İşte böyle. Şimdi valide geldi kahvaltı edeceğiz. Annlerinizi aramayı, yanınızdalarsa çiçek neyin almayı ihmal etmeyin. Kızgın da olsanız yapın bunu. En kötü ne olabilir ki?

edittt: Ayol başlık koymayı unutmuşum sonradan farkettim. Şimdi çıkıp spor salonuna, oradan da piyano dersine gidiyorum. Of önümüzdeki hafta bir sürü sınav var : (

Yine bensss

Ay bugün o kadar neşeliyim ki yazmadan duramıyorum. MSN adresimi değiştirdim, explorer'ı kullandım, velvet underground femme fatale dinledim, piyano çaldım ve çaldım ve çaldım ve aklımı tutamadım kafatasımda uçtuu uçtu.


Emiliana Torrini yanımda olsa keşke. Bir şey demek istiyorum, ben bazı genç kızları çok beğeniyorum. Mesela Emiliana Torrini. Ama ondan daha çok beğendiğim biri var, adeta idolüm, çok güzel bir hatun, ama işte tanışmıyoruz sorun o. Stalker'ım yani. Ehehe.

Sarı dalgalı saçları var. İlk defa görüyorum sarı dalgalı saç. Hep öyle saç istedim ama saçım kahverengi ve düz. Hem de bu gencin saçları tam sarı. Sırma gibi denir ya. Norveçli sarısı da değil yani nasıl desem, boşnak sarısı. Ama kahverengi gözlü. Ve çilleri var. Yani güzel işte anlayın. Benim güzel diyeceğim hatun. Çok güzel hobileri var, şarkı söylüyor, fotoğraf çekiyor, resim yapıyor, on parmağında on marifet. Benden yaşça büyük biraz.

Ya basbaya hayranım bu kızcağıza. Ne yapsam bilmem ki. Çok seviyorum onu. Bir numaralı hayranıyım. O beni uzaktan tanıyor, ismen, ama bilmiyor onu bu kadar sevdiğimi. Bilmesin de zaten. Saçma çünkü tanımadığım birini bu kadar sevmem.

Annem, Didem, Ezgi ve Ezgi (ikisi farklı) dışında yakın hissettiğim hatun yok hayatımda. Erkeklerle durum öyle değil, daha kolay arkadaş olunuyor. Ama işte bu genç kız çok başka. Blogu da var. Ondan özenip yaptım ben de zaten.

Tanışırız belki bi gün. Güzel olur la. Bi de ben onun blogunu izlemek subscribe filan bişey etmek istedim ama böyle bir seçenek bulamadım onun profilinde. Çok üzüldüm. Çünkü belki takip etsem şey etsem benim blogumu görür diye düşünmüştüm.


Ay ben büyüyünce ne olucam acaba. 3 yıl kaldı büyümeme. Hatta 2 sayılır, son yılı sayma. Hatta hatta 1 bile olabilir, çünkü 1 yıl sonra vespaya legal olarak biniyor olacağım.
Fotograftaki de Perugia'nın bir sokağı. Alakası benim bilinçaltımda saklı.

Galata Şenliği ve Çilek

Annemin de üyesi olduğu Galata Derneğinin her yıl düzenlediği Galata Şenliği bu sene de keyifli programlarıyla sizleri bekliyor.
http://www.galata.org/ adresinden şenlikle ilgili haberleri takip edebilirsiniz, site henüz çok yeni bu nedenle bilgilerin güncellenmesi için bir az beklemeniz gerekebilir.


Çilek naalaka derseniz, yiyorum efendim.
Hatta bakınız:

17'nci Uluslararası İstanbul Caz Festivali

Ay ne kada güzel yaaa...

Caz festivali başlıyor!

Stanley Clarke ve Hiromi'yi aynı sahnede nişantaşında yarım öğle yemeği fiyatına görecek olmak HA-Rİ-KA! Bugün mutluyum anlayacağınız.

Hava sıcak, hava caz...


NTV'de büyük bir buz kütlesi üzerinde dinlenen foklar var. Orada güvendeler ama birazdan suya girecekler ve katil balinalara karşı tetikte olmak zorunda kalacaklar. Bu balinalar usta birer fok avcısı.

Ay fok öldü ayol. Üzüldüm şimdi. : (

Bu arada, kendi kendime webcam ile çektiğim fotografımın arka planında siyah çevirmeli telefonumu gördünüz değil mi? Ne kada güzel bi gün yaaa...

YAZ GELİYOOOOOOR!

Baykalın seks skandalı çok üzdü beni. Ama hiçbir şey keyfimi kaçıramaz. Sıcak havaları o kadar çok seviyorum ki anlatamam! Bu yaz için yaptığım bütün planlar yatmış olsa da çok ama çok mutluyum. Güneş, kum, deniz, müzik, aşk, eğlence, tatillll, güzel delikenlılar hatunlar, saklanacak göbekler, kalın bacaklar, yaz alışverişi, anlatmaya değer yüzlerce anı... Yaz kesinlikle yılın en sevdiğim zamanı.

Haydi kendi kendimize söz verelim, bu yaz evde aylak aylak dolanmak yok!
  • Evde durmaktaki tek amacımız piyano çalışmak olmalı.
  • Bol bol bisiklete binecek, paten kayacak ve gitar çalacağız!
  • İstanbulda kalsak bile paten için caddebostana, bisiklet için adaya gideceğiz, Bebek'e kadar yer yer koşup yer yer yürüyüp sonunda denize nazır güzel bir kahvaltı edeceğiz!
  • Denize gireceğiz, hepimiz ilk haftadan banderas olup beyaz elbiseler giyeceğiz, bol bol fotoğraf çekeceğiz!
  • Saçlarımızı kesmeyeceğiz, ve telefonumuzu elimizden bırakacağız!
  • Alaçatıya giderken dünyanın en iddialı en seksi giysilerini götüreceğiz çünkü bu yaz kıpır kıpır geçecek, sıradan olmaya & modaya uymaya EVET!

Yaza girmeden önce yapmamız gerekenler de var tabi. Şimdiden bikinilerimizi giyip kontrol ediyoruz, her gün en az 100 mekik çekiyoruz. Ve unutmadan 16 Mayıs'ta İş Sanat'ta Peer Gynt'ün son gösterimini izliyoruz. 19 Mayıs'ta Galata Derneği'nde (Galata Kulesi Sokak No:21) Burcu Aktaş'ın öğrencilerinin piyano konserini dinliyoruz.


30 Mayıs'ta da İstanbul Atatürk Fen Lisesi'nde Yıldızlar Pikniği var. Haydi bakalım kampçıklar, yaz geliyoooooor!

7 Nisan 2010 Çarşamba

Güneye Giderken

zefir radyoları var ya
biriket duvarlarda
sesini duydum onlardan
sarındım akçora gömleğine
uyu dedin uyudum
devam et dedi muavin

yolda güneş yükseliyordu
güneye giderken
solda güneş yükseliyordu
güneye giderken

sararmış tütün tarlası
ilerde beyaz yaşmaklı
al basmadan giysiyle
kadınlar çalışıyorlar
yüce dağlar ilerde mor
en yükseği en önce göründü

yolda güneş yükseliyordu
güneye giderken

küçük bir çocuk yeni uyanmış
gözleri mahmur
muavin de çocuktu, fakat
uykusuzdu. bağırırken

yolda güneş yükseliyordu
güneye giderken

bir köy var çok uzakta
beyazdan minaresi
kırmızı damlı evleriyle
köyümüzdür varmasak da
yanımda oturan belli ki oradan
bana biraz yandan baksa da

yolda güneş yükseliyordu
güneye giderken


fatboy slim dinleriz ya gaza gelmek için, biraz daha çizgimi-korurum adamıysak jamiroquai filan... yalan hocam. güneye gidemiyorsak hiç biri gaza getirmiyor, küçük şeylere sevinmem ben.

özlediniz dimi lan beni


Blog'umun acı çektiğini hissedebiliyorum. O yüzden yeni blog yaptım ama söylemiycem gizli çünkü evet biraz şizofrenik bir öyküsü var.



ama bundan iyisi can sağlığı

2 Nisan 2010 Cuma

Paralel Evrenden Dönüş

2010 yılının 13. haftası hayatımın en garip haftalarından biriydi. En fazla dağıttığım ve hiç olmadığı kadar topladığım bir hafta. Blog filan unuttum tabi. Biraz önce aklıma geldi. Uykum da var aslında.


Neyse efendim ne kadar dağıttığımı anlatmaya lüzum görmüyorum, her şeye rağmen dönüp baktığımda kıkırdayarak hatırlanacak bir hafta olduğunu düşünmekteyim. Ne de olsa hayatta herkes böyle ufak hatalar yapar değil mi? Bunları hata olarak görmemeliyiz, dersimizi alıp hayata devam etmeli ve bir daha dağıtacağımızda alkol, sigara, ecstasy vs beynimizi ne kadar ele geçirse de aldığımız bu dersleri unutmamalıyız. Şahsen ben böyle yapacağım.
Valide ve pederle aram limoni. İdi, daha doğrusu, kısmen düzelttim 14. haftada. Yine 13. haftada berbat geçen tarih ve matematik sınavlarının ardından kötünün iyisi bir kimya sınavıyla kapattım 14. haftayı. En azından bir "orta" bekliyorum, hadi hayırlısı.


Saat gerçekten geç olmuş, uyumak istiyorum.


Son olarak, 13. haftaya bir sözüm var:

Yalandan da olsa, güzel güldün o akşam.

19 Mart 2010 Cuma

Astronot Varolmayan Ülke'de

Kirpiler beni muazzam kedilerle karşıladılar. Bunu kertenkeleler hariç hiç kimse Ege'nin yanında anlatma yolunda ilerlemedi. Köstebekler artık sevimli karınca yiyenlerle dostluklarını sonlandırdılar. Ve nedense bugün, bu açlıkla, selam göndermeden, yaşayabildiğime göre köpekler muhakkak köstebekleri seviyorlardır. Nazlı yarim, kertenkelelerle oynaşırken, ornitorenkleri ters kirpilere döndürdü yaban kazı... Dikenleri kırılan kaktüsler yaban kazını kirpilerle bastıktan sonra, mutantlaşarak karınca yiyenlere göz gibi nazar boncuğu atmak için, Tötonlarla işbirliği kavramı hakkında tartıştılar. Daha daha? Eeesi, şükhela ötesi. Sonuç pırlanta oooo şinanay! Yavrum Ajdar kirpileri hoplatıverdi. Ornitorenklere haksız davranan Can, büyük penisini küçük olması için yalattı. Kirpilere penisini okşattı. Yenbirbaşlangıç. Batak.

7 Mart 2010 Pazar

passion of christ


ya iğrenç bişey söyliyim mi?
tırnaklarımı kesiyordum.
piyano çalıyor ya zat-ı alim, tık tık sesler çıkıyor tırnaklarım birazcık olsun uzadığında. malum tekniğimiz fena değil, kubbe şeklinde olacak eller.
neyse efendim tırnaklarımı kesiyordum çöp kutusunun üstünde.
artık bu konuda ustalaşmıştım, oraya buraya fırlamadan doğrudan çöpe düşüyordu kesilen tırnaklar.
mamafih bir tanesi uçtu gitti. arıyorum arıyorum yok. neyse dedim kuytu bir köşeye gitti herhalde bakteriler onu orada yer ve yok olur gider.
valide geldi odama. dur bi maillerime bakayım dedi. tamam dedim.
sen laptopu aç. klavyede k harfinin üstünde bir tırnak. zaten pis ve dağınık biri (pis + dağınık = pasaklı?) olmamdan şikayetçidir kendisi, ki pis olduğum külliyen yalandır, en az ayda bir duş alırım (şaka şaka hehehe), dağınık olmayı ise severim renkli kişiliğimi yansıttığını düşündüğüm için. sonuç olarak o tırnağın orada olması beni çok üzdü. bu kötü anımı sizlerle paylaşarak acımı hafifletmek istedim.

6 Mart 2010 Cumartesi

oleeeeeeeey

4 Mart 2010 Perşembe

anlatamıyorum

bazenpembearkaplanımsinirimibozuyor
hattabazengerçektensiyahhissediyorum
SİYAH öylekibüyükharfyapmaknoktakoymakfilaniçimdengelmediğigibiboşlukbırakmakbilegelmiyor



çokyalnızımmutsuzumçulsuzum
hiçparamyokyanımdakimseyokmutluolmakiçinnedenyok
evdençıkmakistiyorum


sevgilimvarmamahastaveevinde
onunyanınagidemiyorumçünküödevimvar


çokamaçoksıkıldımokadarçokki

anlatamam.

3 Mart 2010 Çarşamba

C'est Si Bon

(Resimde gördüğünüz kız Didem. Kendisi bir barkeeper.)
C'est si bon.
Çünkü bugün para kazandık.
Şahin'de 1 sade pilav 2 mercimek çorbası 1 su 5 da beleşten ekmek tükettikten sonra tamamen outta cash olduğumuzu farkedip tanıdık aramaya başladık. Gerçekten kimse yoktu, başlarım sosyal kelebekliğine filan dedik ara ara birbirimize, benim tuzum kuru tabi evim 5 dakikalık yürüme mesafesi, Didem'e para bulacağız, benim umrumda, onun da muhakkak ki umrundaydı ama belli etmiyordu pek, işin dalgasında engelliler için (?) dergi sattık, çocuğun teki para verdi ama sonra da böyle yalanlar uydurmanıza gerek yoktu ben engellilere yardım olsun diye verdim aklınızda olsun filan dedi, ben sinirlendim ağlayacak gibi oldum gittim gsl'nin duvarına dayandım didem çaresiz bir dergi daha satmaya çalışıyor, sonunda satamadı ama adam yine de 3 tl verdi.
kaldı geriye 65 kuruş.
taksime doğru yürümeye devam ediyoruz, yerlere bakıyorum bu sefer bozuk para bulurum diye, didem de tanıdık görmek için etrafı tarıyor, beni tanıyan zaten 500 metre öteden de tanır modunda suratım yere paralel para (-edecek birşey) arıyorum, 4 tane anketçi etrafımızı sarıyor ve yaşımızı soruyorlar.
astronot: ya bizim 1 liraya ihtiyacımız var
anketçi: tamam veririz söz kaç yaşındasınız
astronot: 16
anketçi: tüh tutmuyor
didem: 18 18 şaka yaptık!!!
anketçi: 20 olmanız lazımdı
anketçi2: zaten 20 göstermiyorsunuz da
anketçi: (anketçi3e dönerek) 1 liran var mı?
anketçi3: var var dur
anketçi: alın 1 liranız
astronot ve didem teşekkür eder futbol muhabbeti döner anketçilerle aralarında, güle oynaya taksime varırlar, didem dolmuşuna biner gider, astronot da 5 dk içinde evdedir bunları bloguna unutmadan yazar.

26 Şubat 2010 Cuma

Konferans

İlk MUN konferansım ^^. Qatar delegesiyim ve UNIFEM komitesindeyim. Çokoş. Yarın 16.15te biz sıradan delegelerin işi bitiyor. 7den sonra kokteyl ve parti varmış ama biz kendi alternatif partimizi yapmaya karar verdik. Yeterince hızlı bir şekilde KOÇ'u terkedebilirsek 19.30 gibi taksimde olacağız. Çok heyecanlı. Cem, Deniz ve Sinan'ı da ikna edersek gerçek anlamda bir alternatif parti yaratmış oluruz VEEEE esas olay formal clothes. Döpiyesle takılmak. Efsane olacak olm, mesai çıkışı takılmak colleague'lerle! Canon EOS 450D ' de yanımda olacak, yarın olmazsa da en geç pazartesi akar fotolar facebooka bloga deviantarta filan.

Pazar 15.00da iş sanata bekliyoruz!

24 Şubat 2010 Çarşamba

BEN KİMİM? PEER GYNT!


…yaşlı Per Günt ormanda yürürken yerde iri bir soğan görür. Onu eline alır, bakar, kendisini o soğana benzetir. Soğanın her bir yaprağı, hayatının farklı dönemlerindeki Per Günt'tür. Tek tek yaprakları soymaya başlar. En üst yaprak; geyik avında akıl almaz numaralar yapan palavracı Per Günt, bir alttaki yaprak; Norveç'te düğünün orta yerinden gelini kaçıran çılgın Per Günt, bir daha alttaki yaprak; Fas çöllerinde, çalıntı bir atın sırtında, şans eseri bulduğu kral kostümleri içindeki sahte peygamber Per Günt, bir alttakinin altındaki yaprak; Amerika'da akıl almaz işler çeviren, fırsatçı zengin Per Günt. Bu böyle sürüp gider. Per Günt, soyduğu soğan yapraklarının en dibinde bir çekirdek bulmayı, en sonunda hiç değişmemiş, kendi olarak kalmış gerçek bir Per Günt'e ulaşmayı bekler. Ama soğanın çekirdeği yoktur ki! Per Günt eli boş, önünde yere dökülen soğan yapraklarıyla baş başa kalır. O zaman kendine sorar: Ben kimim?

Şubat '10



Adı geçen ayın sonuna oldukça yaklaşmış bulunmakta olduğumuzu bilmenin mutluluğu içindeyim. Mart ayını sabırsızlıkla bekliyorum. Her ne kadar hakkında kötü dedikodular olsa da, mart ayının beni hayalkırıklığına uğratmayacağına hep inandım, ve iyi niyetimi sömürmediğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Mart, Nisan ve Mayıs aylarını müziğe ayırmayı planlıyorum. O kadar uzak kaldım ki bu sefer gerçekten tembellik yapmayabilirim. Bu hafta MUN aradan çıkıyor, Peer Gynt de her ay oynanacak olsa da premiere'den sonra üzerimdeki ağırlığını neredeyse tamamen kaldıracak. Geriye doğumgünü partileri, Almanya gezisi, Almanları İstanbul'da gezdirmek, okul sınavlarına çalışmak ve tatil planları yapmak gibi keyifli işler kalıyor.
Tatil demişken, aslında ben her zaman tatildeyim. Meşgul olmamın nedeni genel olarak tembel bi insan olup işlerimi sürekli ertelemem. Bazen kendimi bütün giysilerini top haline getirmiş, kollarının arasından sarksa da birbirine sıkıca karışmış giysilerden hiç birini düşürmeyen, onları bir yere koyup başka işlerle uğraşmak isteyen ama bir kere bırakırsa bir daha toparlayamayacağını düşünen bir kız olarak görüyorum. Çünkü hayatım bu şekilde gidiyor.
Arada sırada apartman boşluğuna düşen çorap tekleri olur çamaşır silkelerken. Büyükçe bir tişört yada ne bileyim çarşaf filan silkeliyorsanız ve yeterince dikkatli değilseniz araya karışmış bir çorap yada iç çamaşırı camdan aşağı düşebilir. Düşen çamaşırlar yaz aylarında yoğunlaşır, çünkü kışın hava soğuksa küvete doğru da silkelenebilirler. Bir de düşen çamaşırı oltayla alma çabaları vardır ki şimdiye kadar başarıyla sonuçlananını görmedim ama verdiği keyfe diyecek yoktur.
Piyano çalmak çok güzel.
Ben neden evin içinde üşüyorum sadece? Dışarıda pek üşümem. Çok ilginç yav. Tweety mi ne öyle bir şey vardı r harfini söyleyemiyordu. Söyleyemiyovdu yani, hehe. Karnım da acıktı. Dolapta dünden kalan yemekler var, bir de dün ne yediğimi hatırlasam.
Sağlıcakla kalın, her şeyin başı sağlık.
Bana da afiyet olsun.

23 Şubat 2010 Salı

Geldim.

Gitmemiştim ki zaten. Gidemiyorum çünkü müzik dinliyorum.
Yeniden martı sesleri duymak ne güzel.
Alternatifin çıkış noktası martı sesleri olmalı, gerçekten de insanı ana akımlardan uzaklaştırıyor. Fizik dersinde martı seslerini dinlemek. Üstelik yanımdaki sınıf arkadaşım bana garsoniyeri olduğunu ve maceralarını dinlemek isteyip istemediğimi sorarken. Geceleri yalnız olmayı gerçekten sevmiyorum. Bu blog işi gerçekten iyi oldu, karanlıktan korktuğum için bir şeyle meşgul değilsem holün karanlığının yüzüme vurması beni gerçekten tedirgin ediyor.

Merhaba Uzayadamı.


Yarına King Lear incelemesi ve El Niño ile ilgili almanca sunum yapmam gerekiyor. Hatta armoni ödevimi de yapabilirim, ki perşembe cuma cumartesi MUNDP'de olacağım ve pazar oyunum olduğu için MUN'i ekeceğim faktörleri işin içine katıldığında müzikle uğraşmak kulağa mantıklı gelmiyor değil.

Ayıp ettim kusura bakmayın böyle bir Hello Spaceboy yazısı olmaz. Merhabalar efendim, ben Tanrı, Uzayadamı. Esasen zat-ı alim dişidir; mamafih sizin tek tanrınızın cinsiyeti olmaz bunu biliyorsunuzdur.

Şu an neden geleceğim için yatırım yapmak yerine blog oluşturduğumu açıklamak ve kendimi affetmek istiyorum:
  • Evde yalnızım.
  • Ayağımda çorap yok ve ayaklarım üşüyor.
  • Duş almam gerekiyor mu bunu düşünmek için biraz kafamı boşaltmam lazım.
  • Blog olayısı çok hoşuma gitti.
  • An Education filmi hakkında pozitif geribildirimler aldım.
  • Tatildeyim ve istemediğim şeyler yapmam gerektiğini bilmek beni istediğim şeyleri yapmaktan bile aciz kılıyor.

Şimdi El Niño ile ilgilenip matematik ödevimi yapacağım ve yeniden sizlerle olacağım.